Cenâb-ı Hakk’ın lûtfetmiş olduğu imân ve İslâm hakîkatinin
kişiyi ihsan
mertebesine eriştirmesi noktasından hareket eden tasavvuf mektepleri, yani tarikatlar; dervişlerine,
talebelerine
hayatın her alanını kapsayacak bir eğitim ve tefekkür şekli tâlim ederler. Her insan, kendisinde
bulunan güzelliği
ve emaneti bilmek, bulmak ve olabilmek adına bu dünyaya bir seyr u sülûk için gelmiştir. Tasavvuf, bu
seyr u sülûk
yolcusunun şuurlu ve Kur’ân ile Sünnet çerçevesindeki doğru gidişini sağlamak için usûl ve erkânı,
taliplerine
gayet açık bir şekilde göstermiştir. Yani derviş denilen kimseler, bu dünyaya geliş ve gidişlerini
fark eder ve
bunu bir yük ve angarya değil, muhabbet tazelemek ve aşkı meşk etmek olarak görürler, dolayısıyla feyz
aldıkları
yolların âdâb ve erkânlarına aynı muhabbet ve şevkle riâyet ederler. Dervişin ilâhî aşktan aldığı feyz
ve
terbiyenin ona kesintisiz olarak aktarılması için usûller tertip eden yol sahibi pirler, Kur’ân-ı
Kerîm’in ve
Sünnet-i seniyyenin berakâtıyla teşbih, vird ve evrâd tertip etmişlerdir.
Halk arasında vird ve evrâd denildiğinde belli duaların okunması, düzenli olarak her gün veya belirli
günler
içerisinde tekrarlanması anlaşılır. Aslında bu anlayış genel açıdan bakıldığında tarikat müessesesi
dâhilinde pek
de yanlış değildir. Ama şunu söylemek îcâb eder ki; tarikatın içinde olmadan, bu mekteplerin yaptığı
faaliyetlere
dışarıdan bakanlar, kendi anlayışlarıyla bir genelleme yaparak hatalı algıdan hiçbir zaman
kurtulamazlar. Bu durum
özel ilgi, başka deyişle şahsî hususiyeti gerektiren her durum için böyledir. Evli olmayan bir insanın
evlilik
hayatını, çocuğu olmayanın ise annelik babalık meselelerini anlayamaması gibi... Her ne kadar genel
bilgilere
sahip olsalar da husûsî tecrübelere muttali olamazlar. Tarikatta evrâd dervişin azığıdır. Yola çıkan
bir kimse
nasıl ki menziline vâsıl oluncaya kadar yeme içme ihtiyacını karşılar ve kuvvet kazanırsa, seyr u
sülûk eden bir
derviş de yolda kendisine lâzım olan işleri yapabilme kuvvetini teşbih, evrâd ve virdiyle kazanmış
olur. Bir insan
yolu ne kadar bilirse bilsin, başkasına tarif ederse etsin, şayet o mevzu bahis ettiği yola çıktığında
evrâd ve
ezkârı yoksa asla menzile ulaşamaz. Bu misalden anlaşıldığı üzere sadece evrâd ve ezkârla da yol
alınmaz. Yanında
birkaç senelik erzakı bulunduğu halde yola çıkmayan bir adamın durumu gibi... Sözü fazla uzatmayalım.
Her tarîkin
kendine ait bir virdi, bu yolların yolcularının da şahsa özel evrâd ve ezkârı vardır. Dervişlerin
mürşidlerinden
aldıkları günlük zikirlerinin yanında ayrıca okumaları gereken evrâd, sûre ve duaları mevcûddur.
Tasavvuf
büyükleri, günlük tesbihâtın yanında verilen evrâd’ın aslında derviş için bir nevî koruma ve muhafaza
olduğunu
söylerler. Bu durum evradın mâhiyetini anlamamız için bize farklı bir ufuk açar. Demek ki derviş,
teşbih ve
zikirle meşgul olmasının yanında, bu zikrin fikrini ve tefekkür boyutunu idrak etmek ve yaşadığı
halleri,
kendisine gösterilen zuhurat ve neşeleri tevîl edebilmek için evradın şekillendirmesine ve
rehberliğine de ihtiyaç
duymaktadır. Ne niyetle seyr u sülûk etmekte, nasıl bir dervişlik fikriyle kâim olmakta, kendisinden
haberdar
olabilmek ve nefsinin, ruhunun, kalbinin özelliklerini fark edebilmek için nasıl bir gelişim
içerisinde... İşte bu
meselelerin hepsini bir derviş kendi evradında bulabilmektedir, bulabilmelidir. Yoksa evrâd okumak;
anlamadan, ne
okuduğunu fark etmeden, belli dua kalıplarını tekrar edip durmak değildir. Hele, sevap kazanmak
arzusuyla gayrete
gelip sayfalarca dua okumak hiç değildir. İşte bundan dolayı derviş, başlangıçta, tesbihâtını ve
evradını sürerken
(yerine getirip okurken) ciddiyet ve tam bir sükûnet ile eda etmelidir. Sonraki devirlerde, bu
ciddiyet ve
dikkatinin yanında, yoldan aldığı feyz ve aksatmadan yaptığı nafile ibâdetlerin bereketi ile kendisine
evrâd ve
ezkârının sırları peyderpey o mânâ kendisine akıtılır. Tarîkat pirlerinin tertip etmiş oldukları
virdler bu
güzellikleri ihtiva ettiğinden dolayı, bu yolun takipçisi ve kemâl mertebelere ulaşan bazı
şahsiyetler, dervişânı
îkâz ve sırları ifşa makamında virdlerin hususiyetlerini şerhlerle ve kendilerine intikal eden ilhâmât
berakâtıyla
incelemiş; âşıklara, taliplere bu ilimden aktarıvermişlerdir.
Herhalde hakkında incelemeler, şerhler bulunan ve çok geniş bir coğrafyada, tâbiri caizse dünyanın
dört bir
tarafında okunan en önemli virdlerden biri, Pîr Seyyid Yahya-ı Şirvânî Hazretleri’nin virdidir. Vird-i
Settâr veya
Vird-i Yahya ismiyle şöhret bulmuştur. Halvetiyye tarikinin altmışa yakın kolu vardır. Bu kolların,
yani şubelerin
hepsinde, belli bir seyr u sülûk mertebesine gelen dervişlere Vird-i Settâr verilir. Kendi tarîklerine
ait virdin
yanında muhakkak bu evrâd da okutulur. Ayrıca Vird-i Settâr gerek tamamı, gerekse belli kısımları
itibariyle başka
tarîklerin hizib ve evrâdlarında da mevcûddur, teberrüken okutulan en yaygın virdlerdendir. Hiç
şüphesiz bu durum,
Vird-i Yahya’nın bereket ve feyzinin ayrıca Cenâb-ı Hakk’ın izn-i ilâhîsi ve Resûl-i Ekrem Efendimiz
(s.a.s.)’in
manevî müsaadesinin açık bir göstergesidir.
Pîr Seyyid Yahya Şirvânî Hazretleri’nin, Vird-i Settâr ı kendi zamanında vuku’ bulan hâdiselere binâen
yazdırdığı
ileri sürülmüştür. Fakat bu nevî evrâdların halka ait hâdiselerin tazyikinden dolayı asla tertip
edilmeyeceği
tasavvuf erbabı tarafından bilinen bir gerçektir. Böyle bir ihtiyaç olsa bile virdler ve tarîkat
içindeki
düstûrlar, emr-i manevî ile usûl erkân olarak ictihâd edilirler. Pîr Seyyid Yahya Hazretlerine,
yaşadığı dönem
içerisinde birçok velî zâta olduğu gibi iftirada bulunmuşlar ve Hazret-i Pîr’i Rafızîlikle
suçlamışlardır. Vird-i
Settâr’ın muazzam tertibine bakılırsa baştan sona kadar, Ehl-i Sünnet akaidinin bütün erkân ve
ahkâmını mükemmelen
bulmak mümkündür.
Vird-i Settâr, Cenâb-ı Hakk’ın zatî, sübûtî sıfatları, ayrıca Hazret-i Allah Teâla’nın tenzihi,
takdisi, teşbihi
ve temcidi makamında muhteşem, âbide bir evrâddır. Evradın tertip olunan şekli, Ehli Sünnet’in
alfabesi gibidir.
Bu husustaki şerhler zaten bu mevzu hakkında birçok malûmatı gözler önüne sermektedir.
Vird-i Settâr, meşhur olduğu adından da hatırlanacağı üzere ‘Allahümme ya Settâr u ya Settâr’ diye
başlar. Hemen
ilk satırlarda Cenâb-ı Hakk’ı ta’zîm, takdis makamında esmâ-i ilâhî zikredilir ve duaya giriş
mahiyetindeki bu
isimlerin zikrinden sonra, kalpleri ve nazarları çeviren; geceyi, gündüzü birbiri ardınca tertip eden
Cenâb-ı
Mevlâ’dan kabir azabından, cehennemden, her türlü hasret ateşinden âzâdlık talebiyle günâhların
affolması,
hataların setrolması, kalplerin mâsivâ muhabbetinden ve her türlü kir ve pastan temizlenmesi, hem
bedenlerimizin
hem kabirlerimizin nurlanması, sadrımızın imân ve İslâm’a açılarak muhabbetle dolması ve temizlenmiş,
seçilmiş
takva ehliyle beraber hasrolunmak ve onlara ilhak olunmak dualarıyla devam eder. Bunların hepsi
Efendimiz
(s.a.s.)’in dualarıdır. Ve tabiî ki Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinde geçen dua sîgalarıdır. Bundan sonra
Cenâb-ı
Hakk’a kulluk, O’nun marifet ve hakîkatine erişmek için lâzım olan irfan, zikir ve şükür
ibâdetlerindeki acizlik
dile getirilerek gene Efendimiz (s.a.s.)’in sıkça yaptığı virdler yerini alır.
Buraya kadar yapılan hatırlatmadan sonra, virdin başlangıcına bir daha dikkat çekmek isteriz. Günümüze
kadar
gelmiş olan virdlerin geneline şöyle bir baktığımızda, çoğunun baş kısmında hamdele ve salvele
olduğunu görürüz.
Bazı virdlerde Fâtiha, bazılarında istiğfar, birçoğunda da bunların takdim ve tehirli olarak tertip
edildiğini
müşahede ederiz. İstisna denilebilecek bazı evrâdda farklı bir başlangıç ictihâd edilmiştir. Meselâ,
Mevlevi
evradında da Allah Teâla’nın ‘Selâm’ ism-i şerifi zikredilmiş ve bu sır üzerinden dervişâna virdlerin
feyzi
aktarılmıştır.
Vird-i Setiârr “Allahûmme” zikriyle başlar. “Allahûmme” ism-i a’zâm sırrını taşıyan muazzam bir dua
cümlesidir.
Hazret-i Âişe (r.a.)’den gelen rivayet bu hususu açıklamaktadır. Hemen sonra “Settâr” ismi (‘yâ’ nida
harfiyle),
yani “yâ Settâr u yâ Settâr” denilerek iki kere zikredilmiştir. Birinci ‘Settâr’, Allah Teâla’nın
kendi zâtında
mevcûd olan bütün zâtî, sıfâtî tecellîlerinîn hepsine işaret ederken; ikinci ‘Settâr’, Hazret-i
Allah’ın kullara
verdiği mânevi emanetin muhafaza edilmesiyle alâkalı şekilde nazara verilmiştir. Bir başka ifadeyle,
iki kere
‘Settâr’ isminin geçmesi Hakk’ın kendisindeki ve halktaki tecellilerine işaret makamındadır. Nitekim
hemen peşi
sıra “yâ Aziz ü yâ Gaffâr” isimlerinin gelmesi, bu durumu daha aşikâr şekilde ortaya koyar.
Tarîkatlardaki evradın
dervişi koruyan özelliğini de hatırlarsak Virdi Settâr’ın bu “Settâr” ismiyle başlaması fevkalâde
manidardır.
Kaldığımız yere dönersek evradın sonraki bölümlerinde, günlük olarak bir mü’minin ihtiyaç duyduğu ve
yaşarken
karşılaştığı her hâdise ve tecelli karşısında nasıl bir tefekkür ve Hazret-i Allah’a iltica durumunda
olduğunu
gösteren dualar dikkatlerimize sunulmuştur. Korku, ümit, ucûb, günâh, nimet, musibet, sıkıntı, başa
gelen her
türlü dert, fikir, düşünce, gam, keder, bunların hepsi için Efendimiz (s.a.s.)’in ettiği dualar ve
zikirler, iki
sayfada özet olarak verilmiş ve sabah namazı sonrası okunan bu virdle dervişin, o gün ve gecenin
kendisine
getireceği her hali şöyle bir gözden geçjrerek nasıl bir dikkat içerisinde olması gerektiği niyet
makamında
gösterilmiştir. Sonra Cenâb-ı Hakk’ı zikirden ve O’na hamd ü senadan âciz olduğumuz hakikatini ifade
eden âyet ve
hadîs-i şerîflerdeki dualar zikredilmiştir.
Esmâü’l-Hüsnâ’nın, bilhassa sabah namazından sonra okunması, Efendimiz (s.a.s.)’in müminler için
tavsiyesidir.
Vird-i Settâr, yukarıda bahsettiğimiz virdleri müteakip Esmâü’l-Hüsna’yı, yani Cenâb-ı Hakk’ın doksan
dokuz ismi
olarak bilinen ilâhî isimleri zikreder. Esmâü’l-Hüsnâ’dan sonra Ehl-i Sünnet i’tikadına uygun bu
isimleri ve
bunların tecellîlerini nasıl anlamamız gerektiğini beyân eden bölüm gelir. Hülâsa olarak, Cenâb-ı
Hakk’ın
kullarına bildirdiği imânî özelliklerin hepsi burada bulunabilir.
Vird-i Settâr’ın buraya kadarki bölümünü, Fâtiha sûresinin ilk dört âyetinin bir nev’î tezahürü olarak
düşünebiliriz. Bundan sonraki kısım ise son iki âyetin mânâ açılımı ve tefsiri gibidir. Bu bölüm,
Efendimiz
(s.a.s.)’in abdiyyetine ve resûllerin en seçkini ve seyyidi olduğuna işaret eden kısımdır. Bilindiği
üzere
Efendimiz (s.a.s.)’in yüzlerce ismi vardır, hatta binlerce... Fakat bunlar içerisinde nirengi
noktasını teşkil
eden bazı sıfat ve isimleri vardır ki Vird-i Settâr’da zikredilmiştir. Kur an-ı Kerîmde âyetlerle
bildirilen
Efendimiz’in vasıfları, virdin bu bölümünde hatırlatılmış, ayrıca mübarek ve muhteşem hayat-ı
saadetleri bu
satırlarda adetâ özetlenmiştir. Salât ü selâmlar, Efendimiz (s.a.s.) içindir ve O’nun mübarek ehli,
ashabı, evlâdı
ve annelerimiz olan hanımları, O’na tâbi olanlar için de bu salâvât-ı şerîfelerin berakâtından taksim
olunmuştur.
İşte tam bu meyanda, dört halîfenin medh ü senası başlar. En başta Hazret-i Ebû Bekir Sıddıyk
Efendimiz en güzel
özellikleriyle zikredilir ve alâ merâtibihim (Ehl-i Sünnet’in tertibi üzere) Hazret-i Ömer, Hazret-i
Osman ve
Hazret-i Ali (r.a.)’nin kendilerine mahsus özellikleri, medh ü senâlar ve muhabbetle yâdedilir.
Onlardan sonra
İmâmeyn Efendilerimiz, yani Hazret-i Hasan ve Hüseyn Sultânlar zikredilir. Hamza ve Abbas (r.a.)
Efendilerimiz
hemen akabinde, Vird-i Settârdaki yerlerini, yani Ehl-i Sünnet’in muhabbet anlayışına uygun şekildeki
makamlarını
alırlar. Ensar, Muhacirin ve Tabiîn’in seçkinleri elbette zikredilir. Kıyamet gününe kadar da bu medh
ü senânın
hiç eksilmeyeceği hakikatine vurgu yapılır.
Vird-i Settâr’ın sonlarına doğru eller açılarak hafiyyen, yani dua ve yakarış halinde kısık bir sesle
Cenâb-ı
Hakka hacet arzedilir ve O’ndan zahir ve bâtın bize lâzım olacak bütün güzellikler istenir. Burada
dikkat çeken
bir başka özellik, sıralamanın zahir, bâtın, kalp, ruh, sır ve kalbin, kulağın, gözün nurlanması
şeklinde
olmasıdır. Daha sonra sağ, sol, üst, alt, ön, arkanın tamamıyla nurlarla çevrilmesi duasıyla Allah
Teâla’nın,
nurundan -rahmetinin eseri olarak- nur bahşetmesi istenir, ilim, akıl, amel, ihlas, bunların hepsi
ancak nurun
tahsili ve ilâhî feyzin akışıyla mümkündür. İnsanın kalbinde nur olması lâzım ki hakkı, bâtılı tefrik
edebilsin ve
daha önemlisi Hakkın cazibesine kendisini teslim edebilsin. İşitmesi, görmesi nur üzere olsun ki
kalpler ve
akıllar teşvişe düşmesin. Nurla işitsin, itaat etsin. Kendisine lâzım olan güzel amelleri nurla
görsün, onlara
rağbet etsin; kendisinden evvelkileri nurla tanısın onlara ittibâ eylesin. Allah Teâlâ’dan
uzaklaştırabilecek
amelleri, nurla görüp fark etsin, onlardan uzaklaşsın. Kendisinden sonra gelecek olanları nurla
müşahede etsin,
onlara bir de feyizle himmet kılsın. Nur onu kuşatsın, nur olsun ki hem rahmaniyyetinden hem
rahîmiyyetinden
hakkıyla istifade edebilsin.
Vird-i Settârda çok acayip bir özellik daha var. Allah Teâla’nın ism-i zâtıyla, yani zâtına işaret
eden ‘Allah’
ism-i şerîfıyle diğer isimler arasında nicelik, yani sayısal olarak bir denge vardır. Zât ismine
karşılık gerek
Esmâü’1-Hüsnada, gerekse bin bir esmada isimler sayılıp karşılaştırıldığında adette bir denge ortaya
çıkar. Bu
hesabın birkaç şekli var. Biz sadece burada böyle bir denkliğin olduğuna dikkat çekiyoruz. Hafiyyen
yapılan bu
duadan sonra biraz daha yüksek bir sesle virde devam edilir; duanın kabulü, hastaların şifası,
göçmüşlere rahmet
dilenir, sonra da üç kere tevhîd edilir; “Muhammedün Resûlullahi hakkan” diyerek zikredilir. Tekrar
istiğfar
faslı... Adetâ zikredenin buraya kadar ki kusur u küsûrunu affı mealinde, niyazda bulunulduktan sonra
33
Sübhânallah, 33 Ehamdülillah, 33 Allahuekber zikriyle Cenâb-ı Hakk tahmid, teşbih, tenzih ve takdis
edilir. Sonra
da Cenâb-ı Hakk’ın af ve mağfireti talep edilerek ‘Rahman’ ve ‘Rahim’ isimleriyle evrâd sırlanır. Bu,
virdin son
kısmıdır. Ama aynı zamanda Vird-i Settâr okunduktan sonra, yeni güne Rahman ve Rahîm isimleriyle bir
başlangıçtır.
Hülâsa, Vird-i Settâr, Efendimiz (s.a.s.)’in bizzat fiillerinde, yani sünnetlerinde icra ettikleri
virdleri ihtiva
etmektedir. Aynı zamanda Ehl-i Sünnet akaidinin özeti mahiyetindedir ki i’tikad düzgün olmazsa amelden
veya seyr u
sülûktan feyiz ve bereket görmek, selâmete çıkmak mümkün değildir.
Vird-i Settâr, Fâtiha sûresinin terkip ve tertibine de uygun bir evrâddır. Bilhassa son kısmında
‘kendisine nimet
verilen, nimete ulaştırılan kullar’, yani Nisa süresindeki îzâhâtle peygamber, sıddıyk, şehîd ve
sâlihler, onların
sırat-ı müstakimdeki konumları ve makamları beyân edilmiş, evrâd buna göre tertip edilmiştir. Ayrıca
Vird-i
Settâr, bir müminin her gün ve gece, hatta hafta, ay ve sene karşılaşabüeceği bütün hâdiselere
karşılık gelen,
dilinde ve kalbinde bulunması gereken dua, zikir ve niyetleri özetlemiş; böylece hayat içerisinde seyr
u sülûk
gören her insanı kalbî uyanıklığa ve tevhîd makamındaki kulluk şuuruna irşad özelliğini içinde
toplamıştır.
Vird-i Settâr, Allah Teâlâ’yı sadece Allah için ve O’nun yolunda bulunanları Allah Teâlâ’nın
muhabbetiyle sevmek
için ilâhî ilhamla tertip edilmiş, muazzam bir evrâddır. Sadece belli tarikatlarda sülûk eden derviş
için değil,
her mümin için feyziyle, evrâd ve ezkârıyla cümle müminlere bir bereket ve rahmet vesilesi
olmuştur.
Cenâb-ı Hakk bütün pirlerden ve hassaten Seyyid Yahya Şirvânî Hazretlerinden en mükemmel şekilde razı
olsun ve bu
rızayı dillendirmek vesilesiyle bizim gibi âciz kullara da, rızaya eriştirdiği insanlara bahşettiği
lütuf, kerem,
muhabbet ve feyzinden bol bol ihsan ve ikram buyursun.
M. Fatih ÇITLAK (2014). Vird-i Settâr ve Bereketi. Keşkül Dergisi, 29, 88-93.