#

Seyyid Yahyâ Şirvânî

SEYYİD YAHYÂ ŞİRVÂNÎ HAZRETLERİ

Sâhibü'l-keşf ve't-tahkîk bir zât-ı âlî-kadrdir. Müntesibîn-i Halvetiyye'nin el'yevm okuyageldikleri meşhûr-ı âlem Vird-i Settâr'ın müellifidir. Tarîk-ı Halvetî'de pîr-i sânîdir.

Mevlidleri Şirvan mülhakâtından Şemah kasabası olup, peder-i âlîlerinin ismi Bahâeddîn'dir. Seyyid-i sahîhü'n-nesebdir. Ecdâd-ı ızâmları nakîbü'l-eşrâf olagelmiştir. Vâlid-i mâcidlerinin silsile-i nesebi İmâm Mûsa el-Kâzım hazretlerine müntehîdir. Beşeresi gayet sabîh bir şeyh-i melîh imiş.

Nice vasf eyleye bu zat-ı şerîfi Vassâf
Zâtı zahirde vü bâtında maânî keşşaf

Neseb-i silsilesi Haydar-ı Kerrâr'a çıkar
Irk'i tâhirle odur ibnu nakîbi'l-eşrâf


Şeyh Sadreddîn-i Hıyâvî'nin hem dâmâdı, hem halîfesidir. Sonraları îcâb-ı hâli ile Şemâh'dan Bakü'ye hicret edip, burada şöhretleri şâyi' olmağla, onbin kadar uşşâk-ı ilâhî bey'at etmiştir. Sultân-ı Şirvan olan Halîl Bey, Cenâb-ı Pîr'in uluvv-i kadrini takdîr ederek arz-ı hıdmette kusûr etmemiştir. Şakâik-ı Nu'mâniyye'de muharrerdir ki:
“Seyyid Sultân Yahyâ, bir mürşid-i dilîr ve kâmil-i bî-nazîrdir. Kuvâ-yı nefsiyye vü kalbiyye vü akliyyeleri gaşy-i mâ-sivâdan pâk ü müberrâ ve mir'ât-ı kalb-i cihân-nü-mâları nazar-gâh-ı Hudâ olmağla feyz-i Rahmânî'den ve tecellî-i Rabbânî'den bir ân dûr olmadılar. Seyyid Yahyâ hazretleri, Şirvan havâlîsi halkını irşâd sırasında, diyâr-ı Rûm'da da telkîn ü irşâda isti'dâd sahibi çok kimseler olduğunu, ilhâm-ı Rabbânî ile keşf ederek, bu havâlîyi teşrîf ile, râgıb-ı ma'rifetu'llâh birçok zevâtı şem'-i cem'-i urefânın meclis-i erkânlarında pervane ettiler.”

Meşâhîr-i hulefâsından Ömer-i Rûşenî ve Pîr Muhammed-i Erzincânî ve mahdumları Şeyh Yûsuf hazerâtından turuk-ı aliyye-i Halvetiyye teşe'ub etmiştir. Seyyid Yahya hazretleri umûmun silsile-i tarîkatında merkez-i ictimâ'dır. Diyâr-ı Rûm'a rağbetlerinde kırk zâta hilâfet vermişlerdir.

Âhir vakitlerinde, altı ay kadar ekl ü şurb ve sâir avârız-ı beşeriyyeden ârî bir hayâta mazhar oldukları menkûldür. Kendilerine intisâb edenler dörtyüzbini mütecâviz imiş.

“Câ-nişîn-i cennet” (867/1463) târîh-i irtihâlleridir. Türbe-i şerîfeleri Bahr-i Hazer sâhilinde Bakü kasabasındadır. Bakü ahâlîsi, bu şeyh-i muazzamı, kemâlât-ı ârifâhesi nisbetinde bilmiyorlar imiş. Urefâ-yı muharrirînden Mehmed Ali Aynî Beyefendi, iki sene evvel Bakü'ye azîmetinde halkın bu nisyânına muttali’ olması üzerine, ahâlî-i mahalliyyeye, Pîr-i müşarünileyh hakkında bir konferans vererek îzâhâtta bulunmuş ve memleketlerinin âğûş-ı nisyânında nasıl bir gevher-i girânbahâ-yı urefânın gunûde-i hâk-i gufran olduğunu ve elyevm umûm memâlik-i İslâmiyye'de münteşir-i tarîkları mülâbesesiyle icâzet-nâmelerin onun nâm-ı bülendiyle müvaşşah bulunduğunu anlatmalarıyla, halkta hicâb ile memzûc bir intibah husûle geldiğini beyân buyurmuşlardır. Cenâb-ı Hak, kendilerinden ve cümlemizden razı olsun. Amîn.”

Âsâr-ı Aliyyeleri:

1. Merâtib-i Esrâr-ı Kalb,
2. Esrâru'l-Vudû',
3. Rumûzu'l-İşârât,
4. Etvâru'l-Kalb,
5. İlm-i Ledün,
6. Beyânu Esrâri't-Tâlibîn,
7. Gencîne-i Esrar,
8. Kitâbu'l-Usûl,
9. Menâzilü’l-Ârifîn,
10. Şerh-i Esmâ-yı Semâniyye,
11. Şerh-i Muvâlât-ı Gülşen-i Râz,
12. Şifâü'l-Esrâr,
13. Esrârü'l-Vahy,
14. Keşfü'l-Kulûb,
15. Vird-i Yahyâ.

“Vird-i Yahyâ”, “Virdü's-Settâr” nâmlanyla zebân-zed olan vird-i şerifleri, vakt-i seherde umûm turuk-ı Halvetiyye müntesibleri tarafından okunageldiğinden, “Virdü's-Seher” nâmını da hâizdir. “Virdü’s-Subh” da derler. Gâyet ârifâne ve âşıkâne tertîb olunmuş vird-i şerîfdir. Vakt-i seherde, ya münferiden okunur, yâhûd mürîdân ictimâ’ hâlinde ise, biri okur, umûmu dinler. Kemâl-i huşû’u hudû' ile kırâat ve istimâında zevk-ı ma’nâ tecellî eyler. Kalbe, lisâna zînet verir. Şedîdü't-te'sîr bir vird-i celîldir. Kalîlü'l-lafz, kesîru'l-ma'nâdır. Ed'ıyye-i me'sûre ve salavât-ı mebrûreyi câmi’dir. Cevâmiu'l-kelimdir. Bunun sebeb-i tertîbi hakkında mervîdir ki:

Hz. Pîr efendimize erbâb-ı i'tizâl, “Râfizî ve mülhiddir.” diye iftira eylediler. Bi-hasebi'l-beşeriyye melûl oldular. Bu sırada Server-i âlem (salla'llâhu aleyhi ve sellem) efendimiz hazretlerini şeref-i ru'yete mazhar olup, bu vird-i şerifi ta'lîm ve ba'de salâti's-subh kırâatına emr ü tefhim buyurdular. Vird-i şerîfin şuyûuyla münkirler ve müfteriler mahcûb oldular. Ba'zı erbâb-ı hâl, Hz. Pîr efendimizi menâmda görüp, “Allah sana nasıl muâmele etti” diye suâlde bulundular. "Hak teâlâ zıll-ı arşda ferş-i bisât emr edip, üzerine oturmaklığımı ferman buyurdu ve etrâfıma ervâh-ı süedâyı cem' etti. ‘Yâ Yahya! Dünyâda mürîdlerin ile beraber okuduğun virdi oku ki, bu ervâh onu dinlesinler.’ Hitâb-ı izzeti şeref vârid oldu.” cevâbını verdiler.
Osmanzâde Hüseyin VASSÂF, Sefine-i Evliyâ, Cilt:4, s.138-141



SEYYİD YAHYÂ ŞİRVÂNÎ HAZRETLERİ

Büyük velîlerden. İsmi, Yahyâ bin Behâeddîn’dir. Seyyid olup soyu Peygamber efendimize ulaşır. Şirvan’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1464 (H.868) târihinde Bakü’de vefât etti. Kabr-i şerîfi Şirvan Şahlar Saray Külliyesindedir.

Seyyid Yahyâ Şirvânî, küçüklüğünde fevkalâde edep ve ahlâk sâhibi bir çocuktu. Bir gün arkadaşları ile oyun oynarken, evliyânın büyüklerinden İzzeddîn Halvetî’nin oğlu ile Sadreddîn Halvetî’nin dâmâdı olan Pîrzâde hazretleri onu gördüler. Çocuğu bir müddet seyrettikten sonra, birbirlerine; “Allahü teâlâ bu çocuğa, dedelerinin edebini, olgunluğunu ve güzel huyunu ihsân etmiş. Duâ edelim de, Halvetî yolunun feyz ve mârifetlerine de kavuşsun.” dediler. El açıp cenâb-ı Hakk’a yalvarıp, uzun uzun duâlar ettiler. O gece Seyyid Yahyâ, rüyâsında Resûlullah efendimizi gördü. Sevgili Peygamberimiz; “Evlâdım Yahyâ! Halvetî yolunun büyüklerinden olan Sadreddîn’e git. Onun sohbeti ve hizmetiyle şereflen!” buyurdu. Sabah olunca, yaşının küçüklüğüne bakmadan, Sadreddîn Halvetî’nin huzûruna koştu. Onun terbiyesi altında ilim öğrenmeye başladı. Kısa zamanda hocasının feyz ve bereketleri ile, ilimde ve tasavvuf yolunda pek yüksek derecelere kavuştu.

Seyyid Yahyâ Şirvânî’nin daha küçüklüğünde garip halleri görüldü. Bir gün annesi ile berâber şehrin dışında gidiyorlardı. Âniden bir kimse geldi. Yahyâ Şirvânî’nin elinden tuttu. Havaya yükselip gözden kayboldular. Bu hâli gören annesinin içine korku düştü. Üzülüp ağlamaya başladı. Çâresiz kalıp, hiçbir yere de gidemedi. Şaşkınlık içinde ne yapacağını bilemedi. Bir de baktı ki, biraz sonra oğlu Seyyid Yahyâ Şirvânî yanında duruyor. Kavuşmanın sevinç ve şaşkınlığı ile oğluna; “Oğul nereye gittiniz? Ben üzüntüden helâk olacaktım!” dedi. Seyyid Yahyâ da; “Bir yere vardık. Orada bu dînin ileri gelenlerinden birçok kimse vardı. Beni ortalarına aldılar. Hepsi bana iltifât etti. Hayır duâ buyurdular. İçlerinden biri ayağa kalkıp, bunu (Yahyâ Şirvânî’yi) bana satın dedi. Beni ona teslim ettiler. O zât bana, şimdi annenin yanına git. Ben seni yine bulurum dedi. Bunun üzerine kendimi burada buldum.” dedi.

Seyyid Yahyâ hazretleri yakışıklı ve güzel ahlâk sâhibiydi. Yüzü nûr gibi parlardı. Bir gün dergâhta, ibâdet ettiği özel odasından çıktı. Anasının ve babasının ziyâretine gitmek istedi. Yolda giderken bâzı kimseler ileri geri konuşarak onu üzdüler. Seyyid Yahyâ evine gitmekten vazgeçip dergâha döndü. Hocası onun bu üzüntülü hâlini görünce; “Evlâdım! Niçin böyle üzgünsün?” diye sordu. O da olanları haber verdi. O zaman Sadreddîn hazretleri; "Yakında helâk olurlar.” buyurdu. Hakîkaten çok geçmeden Seyyidzâdeyi üzenlerin vefât haberleri geldi.

Seyyid Yahyâ’nın babası Seyyid Behâeddîn önceleri Şeyh Sadreddîn hazretlerinin ve oğlu Yahyâ’nın üstün hallerini anlayamamıştı. Bu sebeple onları imtihan etmeyi düşündü. Bir gün oğluna; “Oğlum Yahyâ! Yağmurlar yağmadı. Ekinlerimiz kurudu. Ne olur bir duâ ediver de tarlalarımız sulansın.” dedi. O da; “Babacığım! Mâdem öyle şimdi sen Allahü teâlâya; “Oğlum Seyyid Yahyâ’nın sana olan yakınlığı hürmetine yağmur ihsân eyle.” diye duâ et” dedi. Bunun üzerine babası; “Yâ Rabbî! Oğlumun sana olan yakınlığı hürmetine bana yağmur ver.” diye duâ etti. Derhal yağmur yağmaya başladı. Yalnız ona âit olan tarlalar suya kandı. Hayretler içinde kalıp tekrar oğluna; “Oğlum! Maksad hâsıl oldu. Lâkin başkalarına bir fayda olmadı. Sebebi nedir?” diye sordu. Bunun üzerine Seyyid Yahyâ hazretleri; “Babacığım! Duânda başkalarını da yâd edeydin o da olurdu. Müslümanları da birlikte söylememiz lâzım.” buyurdu.

Bir zaman Seyyid Yahyâ hazretleri hasta oldu. Evinden çıkamadı. Babası ve annesi bu duruma çok üzüldüler. Seyyid Yahyâ bu hal ile odasında yatarken birden karşısında hocası Şeyh Sadreddîn hazretlerini gördü. Ona hitâben; “Ne yatıyorsun oğul, kalk ayağa!” dedi. Elinden tutup ayağa kaldırdı, sonra kayboldu. Seyyid Yahyâ’nın hastalığı tamâmen geçmişti. Hocasının gelmesini ve Yahyâ’nın iyileşmesini hizmetçilerinden birisi gördü ve gidip Seyyid Behâeddîn’e haber verdi. Seyyid Behâeddîn oğlunun yanına geldiğinde hakikaten onun rahatsızlığının geçtiğini ve hiçbir şeyinin kalmadığını gördü. Sonra; “Bu senin hocan, âlim ve kerâmet ehli geçinir, neden düz yollar varken görünmeden gelir?” dedi. Seyyid Yahyâ da; “Babacığım! Sebebi, yolların dikenli olmasıdır. Dikenler mübârek ayaklarını yara eder.” dedi. Bunun üzerine babası; “Yollarda diken yok ki.” dedi. Seyyid Yahyâ; “Sizin inkâr dikenleriniz var ya!” diye cevap verdi. Bu söz üzerine Seyyid Behâeddîn, oğlu Seyyid Yahyâ’nın peşine düşüp Sadreddîn hazretlerinin huzûruna gitti. Îtirâzına tövbe etti. Sâdık talebelerinden oldu.

Sadreddîn hazretleri de, Seyyid Behâeddîn’in nefsini kırmak için, bir sene Seyyid Yahyâ’nın emrini dinlemesini söyledi. Seyyid Yahyâ bu hususta; “Bu bir sene, bana öyle zor geldi ki, helâk olacaktım.” buyurdu. Bir sene sonra Sadreddîn hazretleri, Seyyid Yahyâ’ya baba-oğul münâsebetlerine göre hareket edip, babasının emrini dinlemesini söyledi. Seyyid Yahyâ Şirvânî, bir zaman sonra Sadreddîn-i Hamevî’nin dâmâdı oldu.

Seyyid Yahyâ hazretleri, Şeyh Sadreddîn hazretleri hayatta olduğu müddetçe ona canla başla hizmet etti. Şeyh Sadreddîn hazretleri vefât etmezden önce bütün talebelerini ve sevdiklerini toplayıp onlardan söz aldı ve Seyyid Yahyâ’ya tâbi olmalarını bildirdi. Seyyid Yahyâ hazretleri hocasının vefâtından sonra Şirvan yakınındaki Şemâhî’de, sonra da Bakü’ye giderek orada ikâmet etti. On binden fazla talebesi oldu. Bunlardan üç yüz altmışı velîliğin yüksek derecelerine çıktı.

İbrâhim Gülşenî anlatır: “Seyyid Yahyâ hazretleri talebeleriyle birlikte Bakü’den Şirvan’a giderken bir ulak, haberci gelip Seyyid Yahyâ hazretlerinin arabasının atlarını almak istedi. Oradakiler de mâni olmaya çalıştılar. Lâkin haberci aldırış etmeyip atları arabadan çözmeye başladı. Talebelerden Baba Kutb adında biri, Seyyid Yahyâ hazretlerine hitâben; “Efendim! Siz niye seslenmiyorsunuz?” diye söyleyip arabanın bir ağacını aldı ve haberciyi dövmeye başladı. Seyyid Yahyâ hazretleri bırak dediyse de Baba Kutb aldırış etmeyip haberciyi dövmeye devâm etti. Netîcede haberci onlara; “Sizin reisiniz kim?” diye bağırınca, oradakiler; “Seyyid Yahyâ hazretleridir.” dediler. Adam hemen onun yanına koşup pişman olduğunu arzetti ve af diledi. Seyyid hazretleri affedip, duâ etti. Sonra haberci oradan ayrıldı. O zaman Seyyid Yahyâ hazretleri, Baba Kutb’a dönüp; “Otuz yıldır yanımıza gelip gidersin. Lâkin bir kıl ucu kadar bizden istifâde etmemişsin.” buyurarak azarladı. Sonradan Seyyid Yahyâ hazretleri, sözünü dinlemeyenlere Baba Kutb’un bu işini misâl verirdi.

Seyyid Yahyâ hazretleri çok sıcak aylarda azıksız ve susuz sahralara çıkar, oralarda günlerce kalır, ibâdetle meşgûl olurdu. Halvet, yalnız olarak tenhâ bir yerde kalmak ve ibâdet yapmak değişmez husûsiyetlerindendi. Şeyh Mansûr anlatır: “Bir târihte Seyyid Yahyâ hazretleriyle birlikte kırk günlük yalnız olarak bir ibâdete başladık. Onun on iki günde bir abdestini yenilediğine ve üç defâ da iftar ettiğine şâhid oldum.”

Seyyid Yahyâ Şirvânî hazretleri ömrünün sonlarında devamlı Allahü teâlâya ibâdet eder, bir şeyler yemezdi. Oğlu Emîr Gülle bir gün yemek pişirip getirdi. İftâr etmelerini ricâ etti. Seyyid Yahyâ hazretleri oradaki talebelerini çağırttı. “Bismillâh deyip başlayın.” buyurdu. Kendisi bir kaşık aldı, kokladı ve yemeği geri koydu. Kaşık elinde bekledi. Talebeleri yemeği bitirdi. Yemek bitince; “Elhamdülillah” deyip, kaşığı bıraktı. Talebelerine; “Lokman Hakîm nice seneler bir yemeğin kokusu ile yetinmişti. Ben de bu bir lokma yemeğin kokusu ile yetinsem yeridir.” buyurdu.

Kendisine, Allahü teâlânın uzun ömür vermesi için duâ edenlere; “Beyimiz Halîl’e duâ edin ki, benim ömrüm onun yaşaması iledir.” derdi. Hakîkaten o beldenin beyi Halîl Efendi vefât ettikten dokuz ay sonra da Seyyid Yahyâ Şirvânî hazretleri vefât etti.Vefâtlarına yakın altı ay hiç yemek yemedi, su içmedi. Hep ibâdetle meşgûl oldu.

Sevdiklerine; “Üstâd, tâliblere tövbe ve istiğfârı ve yolun edeplerini öğretmek için lâzımdır.” buyururdu.

Kendisine tasavvuf yoluna nasıl ulaşılır diye sordular. O; “Tasavvuf yoluna açlık, tefekkür ve hayretle kavuşulur.” buyurdu.

Seyyid Yahyâ hazretleri vefât ettikten sonra sevdikleri onu rüyâda gördüler ve; “Allahü teâlâ size ne muâmele etti.” diye sordular. O da; “Allahü teâlâ beni arş-ı âlâ altında bir yaygı üzerine oturmamı nasîb edip etrâfıma iyi kimselerin rûhlarını topladı ve bana hitâb edip; “Ey Yahyâ! Dünyâda talebelerin ile toplanıp okuduğun dersleri şimdi bu Cennetliklerle oku. Bunlar işitsinler.” buyurdu. Ben de okumaya başladım.” buyurdu.

Seyyid Yahyâ hazretlerinin talebelerinin en üstünleri; Pîr Şükrullah, Alâaddîn Halvetî, Habîb Efendi, Muhammed Erzincânî ve Dede Ömer Rûşenî Halvetî hazretleridir.

Tasavvufa dâir bâzı telif eserleri vardır. Bunun yanında Esrâr-ı Tâlibîn ve Vird-i Settâr adında iki kıymetli eseri vardır.

KERÂMET ve MENKÎBELERİ

HEY ÂŞIK!

Talebesi Mîr Gülle anlatır: Seyyid Yahyâ hazretleri çok merhâmetliydi. Bir gün talebeleriyle şehir dışına gezintiye çıktı. Bir nehir kenarına geldiklerinde, Seyyid Yahyâ hazretleri bir kilim üzerine oturdu. Talebeleri de her biri bir iş için etrâfa dağıldılar. O sırada zâlim bir kişi av peşine düşmüş ve oraya gelmişti. Bu kişi Seyyid Yahyâ hazretlerini tanımayıp ona; “Hey âşık! Gel şu matarayı al, su doldur getir içeyim.” diye seslendi. Seyyid hazretleri tefekkür hâlinde olduğundan söylediğini duymadı. O zaman o zâlim kişi atından inip nehre su almaya gitti. O sırada da Seyyid hazretleri yerinden kalkıp nehirden su almakta olan kişiye hitâben; “Hey kan içici adam ne yapıyorsun?” diye seslendi. O kişi suyu harâretle içmek üzere iken mataradaki suyu döktü. Su kan olmuştu. Tekrar doldurduğunda yine kan olduğunu gördü. Bunun üzerine hemen yaptıklarına pişman olup, Seyyid Yahyâ hazretlerinin ayaklarına kapandı. Talebeleri arasına girdi..

Evliyalar Ansiklopedisi, Cilt:12